Al-Andalus Nassam Alaina Lhawa

24 Eylül 2009 Perşembe

Kitap alın;Hediye edin...Ekonomiye can verin!...


Kitap okumak sizce nasıl bir duygu? Ne derece kitap okuyoruz? Kitap okumayı seviyor muyuz? Kitaplarla aramız nasıl? Bütün bu soruların cevabı bizim aslında hayata nasıl bir pencereden baktığımızı da gösteriyor.Çünkü kitaplar...evet kitaplar o kadar farklı bir halet-i ruhiyeye sokuyor ki insanı,semada uçan bir kuşun kanat çırpması,bir çiçek bahçesindeki güllerin insanı kendine aşık edercesine güzelliği,zerafeti ve tabi ki ahengi...bir çocuğun yüzündeki tebessümün masumiyeti ve daha nice durumlar...İnsan çok farklı bakıyor hayata...Kendisini yaratan bu Yüce Yaradan'a hayran oluyor,muhabbeti ihsan derecesine çıkıyor...Dedim ya;Kitaplar...Ah o kitaplar yok mu? Çok başkalaştırıyor insanı...
Kim bilir belki de Yüce Dinimizin ilk emrinin ''OKU!'' olmasının bir hikmeti de bu olabilir mi?..Geçtiğimiz günlerde yaşadığım şehirde kitap satış noktalarını dolaştım.Karıştırdım raflardaki kitapları...Yerli yabancı birçok yazarın kitabını aldım...Her kitabı aldıkça adeta bir çocuk gibi mesut oluyordum;sanki dünyalar benim oluyordu kitapları elime aldıkça,okudukça...
Sevgili GencGaste okurları!
Kitaplar hayatımızın olmazsa olmaz bir parçası olsun inşallah...Okuyalım,öğrenelim,öğretelim,dinleyelim ya da ilmi seven olalım da,bütün bunların dışında kalmamaya çalışalım...Nasıl ki Yahya Kemal'in nazarında İstanbul çok farklı bir duruma sahipse,kitaptan mahrum kalan bir insan nazarında İstanbul'da hiçbir şeydir...Kainat dahi,insanlar dahi hiçbir şeydir...
Beni kitapların içinde bıraksınlar!
Kitap alın;hediye edin...Ekonomiye can verin! :)
Muhabbetlerimle...
Hüseyin Sürgen

18 Eylül 2009 Cuma

Ramazan Bayramı Mesajı


Mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik eder;sağlık ve afiyetler dilerim..Ömrümüz Ramazan ahiretimiz bayram olsun inşallah..Daha nice Bayramlara...
Muhabbetle...

16 Eylül 2009 Çarşamba

Bir Damla Şiir


SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir toz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Şuna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
SEZAİ KARAKOÇ
Tüm şiir seven okuyucularımıza...
Muhabbetlerimle...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Kadir Gecesi Mesajı


Kuran-ı Kerim'de Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor;
Biz onu (Kuran-ı) Kadir gecesinde indirdik.Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?Kadir gecesi,bin aydan hayırlıdır.O gecede,Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail) ,her iş için iner dururlar.O gece,esenlik doludur.Ta fecrin doğuşuna kadar.(Kadir Suresi)
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz şöyle buyuruyor;
Kim Kadir gecesine inanarak,ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse,geçmiş günahları bağışlanır.Kadir gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan,ondan nasibini almıştır..
Hz.Aişe (r.anha) annemiz;Ya Rasulallah! Kadir gecesini bilirsem onda ne şekilde dua edeyim? dedim..Rasulullah (sav) Efendimiz;
Allah'ım sen affedicisin!Affı seversin,beni de affeyle!...buyurdu.
Tüm İslam aleminin ve tüm genc gaste okuyucularının,hepinizin mübarek Kadir Gecesini tebrik eder,hayırlar getirmesini Yüce Rabbimden niyaz ederim...
Muhabbetle...

10 Eylül 2009 Perşembe

Kültür Başkenti mi Çile Başkenti mi?





Hepimizin malumu üzere geçtiğimiz günlerde Marmara Bölgesinde İstanbul Silivre - Çatalca civarı ile Tekirdağ'ın Saray ilçesi civarında yoğun yağış sebebiyle hiç beklenmedik bir sel felaketi meydana geldi.Ne yazık ki yine tedbirsizlikler,ihmaller yüzünden 32 vatandaşımız hayatını kaybetti..Birçok vatandaşımızda maddi kayıp içersinde..Selin getirdiği maliyetin şu an itibariyle 90 milyon dolar olduğu söyleniyor..Kanaatimce bu rakam artar ama dilerim inşallah ölü sayısı artmaz..İlahi kudretin karşısında hiçbir gücün durması mümkün değil;ancak müslümanlar olarak bizler niçin zamanında tedbir alma noktasında gevşek davranıyor ve bu noktada sınıfta kalıyoruz..İlk olarak yağmurun yağdığı akşam 8 vatandaşımız hayatını kaybederken,yetkililerden biri (!) vatandaşlarımızın bir kısmını Tır garajına yönlendirmiş.Sonra ne mi olmuş? Ölü sayısında artma!

Yukarıya koyduğum iki resimde İstanbul'da aynı bölgede meydana gelmiş sel manzaralarını görüyorsunuz..Biri 16 yıl önce çekilmiş,diğeri ise daha dün!...Dile kolay aradan 16 yıl geçmesine rağmen o bölgede bir türlü tedbir alınamaması,kaçak ve çarpık yapılaşmaya müsade edilmesi ya da görmezden gelinmesi de işe ayrı bir boyut katıyor..Doğrusu şaşılacak şey bunlar ama bizim memlekette artık alışmamız gereken durumlar bu fotoğraflar! Malesef...

Mimar Sinan tam 433 yıl önce bu durumu düşünmüş..Heyhat! Bizler bırakın düşünmeyi tedbir almada beceriksizleşmişiz..Adeta komedi gibi;o da şu:Yağma meydana gelmiş..Yağmacıların ifadeleri alınıp serbest bırakılmış (!) ..Güler misin ağlar mısın?

Sözü çok fazla uzatmadan burda mikrofonu :) Haber7 yazarlarından Fatih Bayhan Bey'e bırakıyor ve bugünkü yazısını okumanızı tavsiye ediyorum;

Yıl; 2007 Eylül…

“İstanbul Barajlarında 40 günlük su kaldı. Yerel yetkililer halkı su kullanımıyla ilgili uyardı. Gereksiz su kullanımından kaçınılması istendi…”
Su kıymetlendi…
Su dualarına çıkıldı. Bir damla suyun ne kadar hayati bir kıymet taşıdığı anlatıldı…
Araba yıkarken, ev temizlerken, çamaşır yıkarken….
Suya dikkat…
Bulaşık makinesi bile imal edildi, “Az su kullanıyor” diye…
Tarıma tavsiyeler çoğaldı; “Damlama sulama kullanın” diye…
Fiskiyeler kısıldı, çeşmelerden tazyik düşürüldü…
Su, hayattı” nitekim…

Yıl: 2008 Eylül…

“İstanbul Barajlarında yıl sonuna kadar su sorunu görünmüyor” diye açıklamalar yapıldı…
“Halkın su kullanımı konusundaki titizliğine devam etmesi istenildi” ama bu kez daha vurgun bir dil yoktu…
“Su sorunu yok nasılsa” diye hava esiyordu…
“Yırttık nasılsa” diye hava esiyordu bu sefer…
Hortumlanıyordu su, arabalar ulu orta bol su ile yıkanmaya, çarşı Pazar su ile temizlenmeye devam edildi…
Tarımda “damlama sulama” yine gündemden düştü…
Fiskiyeler açıldı, çeşmeler bol bol akmaya başladı…
“Su sorunu bitmişti nitekim”…

Yıl; 2009 Eylül…

İstanbul bu seferde 3 aylık suyun bir günde yağması dolayısıyla seller altında…
Evleri, iş yerlerini sular basmış durumda…
Arabalar kayık olmuş, suda yüzüyor…
Tarla, takım susuzluk değil, sel altında, hasad suya karışmış durumda….
Koyun, İnek, tavuk, keçi suda yüzüyor…
Bir yıl önce kesilen sulara inat her yerden sular fışkırıyor…
Bu yazıya kadar yetkililer 31 ölüden bahsediyordu…
Fazla su sel, selde ölüm getiriyor…
Su kıtlığı kuraklık, kuraklık ölüm getiriyor…
Yani İstanbul “ifrat-tefrit” arasında duruyor…
Yukarı baksan yağmur, aşağı insen kuraklık…
“Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul” şiirini okumak fayda etmiyor. Ne İstanbul’a bakılacak tepe kaldı, ne de şimdi o tepeden bakılacak bir yer…

İstanbul, su ile imtihan ediliyor…
Azı karar, çoğu zarar…
Ama yine de “Görelim mevlam neyler, neylerse de güzel eyler…”
Ne verirse “kararında“ versin…
Kulların yüzü ancak böyle güler…
Çoğu geldi mi azar, azı kaldı mı korkar…

8 Eylül 2009 Salı

Sen Renklersin...Peki Renkler Sen Kiminsin?

Renkler ruhun nağmeleridir.Her renk başka bir canlılık katar hayata...Yaşamın karesinde ki duyguyu, sırrı açığa çıkaracak kadar da cesurdur onlar.Bir yandan da keşfedilmeyi bekleyen gizli bir sığınaktır.Renkler ki güzelliğini, meftuniyetini sahibinin tenine değdiğinde su yüzüne çıkarır.Onların her birine dokunduğunda başka başka hayatın kapısını aralar sana...Adeta bir başka seni ortaya çıkarır...Hikayesi de sıcaklığı da başkadır onların...

Yeni bir hayatın şulesini uyandıracak bir heyecan, neşve ve gülüştür renkler...Onların safveti de ruhla müteessir olduğunda anlam kazanır.

Renklerle konuşmak? Peki buna ne dersiniz? Çok da mecnunane algılanır ama...Onlarla konuşmak kendine yaptığın bir yolculuktur.Her yolculukta farklı bir derinlik kazanırsın, yaşam çizgilerinde...

Belki de öyle bir renk olmalısın ki, hem her rengi içinde barındıracak kadar cesur...hem de renklerinin safvetini yaşatacak kadar masum...Hayatına her dokunulduğunda farklı bir heyecan, bir fışırtı duyulmalı...Sen de öyle bir doku olmalı ki, adeta insanı gaşyeden, mest eden bir kalp atışı hissedilmeli...Öyle temiz olmalısın ki sana her dokunulduğunda masumiyetini koruyacak kadar münevver...

Peki şimdi...evet şu an, hayatta hala bir kalp atışımız varsa, onun rengini keşfetme zamanı değilmi sizce? Zulmetlerle , müphemlerle uğraşmak yerine...Evet işte tam şimdi başlıyor HAYAT...Dokunulduğu an ruha işte o zaman sana açıyor kapılarını...İçinden renkler dökülüyor... Ya boş kağıtlara...Ya da gözyaşlarına...

Bir teesür ki içimde adeta boşalıyor sinelere...Evet hayatı seviyorum kardeşim...Neden yüreğim bu kadar suskun o zaman? onu da konuşturma zamanı gelmedi mi? Dilerim ki Yüreğimiz de renk cümbüşü olsun... Öyle renklere bürünsün ki doğanın renklerinden nasibimiz olsun...Evet sen de sev kardeşim...Ne kadar seviyorsan sevmeyi... İşte tam orada başlıyor hayat...Sosyolog Comte'nin dediği gibi ''Çalışmaktan ve Hatta Düşünmekten Bıkılır, SEVMEKTEN HİÇ BİR ZAMAN...

Renklenince bir başka oluyor insan...İnşirah doluyor sinelere ve tadına doyulmuyor...İster mavi ol, ister yeşil ister kahverengi...Ne değiştirebilir ki renginde ki safveti, çılgınlığı...Renge hayat veren sen olduğun müddetçe...Sen hayatsan renginde senle hayat...yeterki sevelim bir mucize gibi doğada bize sunulan renkleri...Ve yeter ki sen renkte ki manayı keşfet, kendinle bir renk daha kat ona, kendini keşfet...Hayat denen şu mecrada kendini tanımadan gitmenin kendine ne büyük haksızlık olduğunu farket.Unutma ki üzüntü damlarının içinde bile bir renk vardır.O renk ise şimdi, şuan keşfedilmeyi bekliyor...

Evet kabul et artık...Sen renklersin... Peki renkler söyle bana şimdi sen nerdesin?...kiminlesin?

*Bu yazı Esra Hatipoğlu Hanımefendiye aittir...

Muhabbetle...

7 Eylül 2009 Pazartesi

Kolaylaştıralım! Ama...


Rasulallah (sav) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ;Kolaylaştırınız,zorlaştırmayınız..Sahabe-i Kiram (r.anhüm) Efendilerimizde Rasulallah (sav) Efendimiz'i anlatırlarken;iki durumdan biriyle karşılaştığında daima kolay olanı tercih ederlerdi,buyuruyorlar...

21.y.y.yaşayan bir insan olarak Efendimiz (sav)'in bu hadis-i şerifini yeterince anlıyabiliyor muyuz? Şöyle bir muhasebe edelim.
Günümüzde insanoğlu bilimde,teknolojide,ekonomide hasılı yaşam standartlarında çağ atlamış,deyim yerindeyse kılını kımıldatmadan tek bir dokunuşla birçok işini halledebilir duruma gelmiştir.Bugün cep telefonu ile kilometrelerce ötedeki sevdiklerimizle konuşabiliyor,klavyemizdeki tek bir dokunuşla her çeşit bilgiye ulaşabiliyoruz sanal alemde,yani internette..
Otomobillerle en uzak mesafeleri yakın ediyor,uçaklarla bunu dakikalara kadar indirebiliyoruz..Evlerimizdeki nerdeyse ayrılmaz arkadaşımız olan TV'lerle dünyada neler olup bittiğini görebiliyoruz..Kullandığımız çamaşır makinaları,fırınlar,ev eşyaları...kısacası hayatımızda herşey modernleşti..biz dahi modernleştik,çağla beraber...
Buraya kadar herşey insanoğlunun istediği gibi...Peki o zaman şunu da sormak gerekmez mi? Efendimiz (sav)'in;İnsanların en hayırlısı,insanlara faydalı olandır,hadisi ile yine Efendimiz (sav)'in;Müslüman,elinden ve dilinden başkasının zarar görmediği kimsedir,çağrılarına neden kulak vermiyoruz? Kolaylaştırın buyuran Efendimiz (sav),bizlere (haşa!) birbirinize zarar verin mi buyuruyor?..Elbette hayır!...
O zaman kolaylaşan yani kolayı tercih eden ve bunun için yıllarca,asırlarca mücadele veren insan,neden şimdi birbirine kan kusturuyor?
Evet;teknoloji gelişti ama tenbellikte gelişti..
Bilimde ilerledi,mesela atom icat edildi yıllar önce Albert Einstein tarafından..ama şimdi insan bu atomla birbirini öldürmeye başladı..Ha suç Einsten'da mı? Hayır..Çünkü o bilim adamı diyor ki;Ben atomu insan nesline faydası olsun diye icat ettim ama insan atomla birbirini öldürüyor...
Evlerimizde Tv'ler var,fakat boş ve yararsız programlar sayesinde bugün gençliğimizin zihinleri boşaltıldı,adeta düşünemez oldu,hatta maneviyatını terkederek,anne-baba katili olmaya başladı..
İnternet kullanımı yaygınlaştı ama menfi yerlere girilerek,ahlak ayaklar altına alındı..
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün aslında..Buraya kadar söylemek istediğim;teknolojiden uzak duralım,bilimden el etek çekelim demiyorum..Bilakis yaşadığımız çağ itibariyle bütün bunlar gerekli ama maneviyat ihmal edilmeden...
Teknolojiyi kullanalım ama aile,komşu,akraba münasebetlerini ihmal etmeden...
Bilimde ilerleyelim ama dürüstçe..insanlara faydalı olmayı esas alarak...
Tv'lerde yararımıza olan programları tercih edelim,zihinlerimizi boş ve yararsız bilgilerle donatmayalım..
Efendimiz (sav)'in yaptığı gibi her daim kolay olanı tercih edelim,kolaylaştıralım ama insanların en hayırlısı olma noktasında da yani hayırda da yarışalım...
Hasılı Dostlar!
Şimdi KOLAY GELSİN!...Hayırlarıyla beraber gelsin vesselam...
Muhabbetle...
Hüseyin Sürgen

Ahde Vefa


Sevgili Dostlar!
Genç Gaste olarak şimdiki paylaşımımızı ''ahde vefa'' üzerine anlatalım dedik..Vefalı olmak gerek hayatta..Çünkü bazı mahlukat dahi,mesela bir kelb bile sahibine müthiş vefalıdır..Hal böyleyken insanoğlunun,hele ki bir müslümanın vefasız olması düşünülemez..Aşağıdaki kıssa Hz.Ömer (ra) zamanında yaşanmış ibretlik bir hikaye..
Siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz;
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki:
- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek:
- Söyledikleri doğru mu diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz. Ömer "anlat bakalım nasıl oldu" diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- Ben bulunduğum kasabada hâli vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık. Kader, bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki, dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, adam öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan ibaret" dedi. Hz Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok. Bu suçun cezası idam. Üstelik suçunu da kabul ettin" dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım. Babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz. Bana 3 gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu 3 gün içinde yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As' dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr'a dönerek:
- Ey Amr! Delikanlıyı duydun, der.
O büyük sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve "babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz" derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.
Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek der ki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve;
- 'AHDE VEFASIZLIK ETTİ' demeyesiniz diye geldim, der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni As'a der ki:
- Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun. Nasıl oldu onun yerine kefil oldun?
Amr İbni As, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir:
- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. 'İNSANLIK ÖLDÜ' dedirtmemek için kabul ettim, der.
Sıra gençlere gelir. Derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel "babamızın kanı yerde kalmasın" diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
- MERHAMETLİ İNSAN KALMADI' demeyesiniz diye…
Hasılı dostlar! Vefa sahibi olmak güzel ahlakın nümunelerindendir..Şu fani hayatta ''İNSANCA YAŞAYABİLMEKSE'' çok büyük bir erdemdir..
Muhabbetle...

3 Eylül 2009 Perşembe

Ey İnsan! Neler Yapıyorsun?


Ey İnsan! Neler Yapıyorsun?
İnsanoğlu dünyayı 4 bin yıl yaşlandırdı
Bilim dergisi Science'de yer alan makalede, insanoğlunun dünyaya yaptıkları ortaya konuyor: İnsanoğlunun faaliyetleri, dünyanın soğuma dönemini sona erdirdi...
WASHINGTON - Kuzey Kutbu'nun son 10 yıldır, son 2 bin yılın en sıcak döneminden geçmekte olduğu belirlendi.
İnsanoğlunun faaliyetleri iklim üzerinde o denli etkili duruma geldi ki, insan faaliyetleri nedeniyle atmosfere salınan sera gazlarının etkisi, Dünya'nın Güneş çevresindeki yörüngesinin iklim üzerinde 21 bin yılda bir yol açtığı etkiden daha belirleyici oldu.
4 BİN YIL DAHA SOĞUYACAKTI
Dünya aslında 21 bin yıllık bir küresel soğuma dönemi içindeyken, insanoğlunun faaliyeti bu doğal gidişatı tersine, küresel ısınma yönüne çevirdi. Önde gelen bilim dergilerinden Science'da yayımlanan uluslararası bir araştırmaya göre ''insanın bu faaliyeti olmasaydı, dünya 4 bin yıl daha soğumayı sürdürecek, sonra da Güneş çevresindeki yörüngesindeki değişimler nedeniyle ısınma dönemi başlayacaktı.
Makaleyi kaleme alan iki bilimciden biri olan, ABD Atmosferik Araştırmalar Ulusal Merkezi'nden David Schneider, çalışmalarıyla ilgili yaptığı açıklamada, Kuzey Kutbu'nun, Kuzey Buz Denizi'nin küresel iklim değişimine yol açan etkilere karşı çok hassas olduğunu belirterek, ''İklim sisteminde neler olup bittiğini ilk olarak burada gözlemleyebilirsiniz. Burada gözlemledikleriniz, dünyanın geri kalanında sonradan olacakların da bir göstergesi'' dedi.
Dünyanın Güneş çevresindeki yörüngesinden kaynaklanan Büyük Soğuma Dönemi 7 bin yıl önce başladı ve ortaya ''Küçük Buz Çağı'' çıktı. Bu çağ, 16.-19. yüzyıllar arasında, Sanayi Devrimi'ne paralel olarak son buldu. Oysa soğuma, normal 20., 21. ve ilerleyen yüzyıllarda da sürmeliydi.
Bu soğumaya yol açan yörünge etkisi, Kuzey Kutbu'nun, Dünya'nın pozisyonundan ötürü yaz aylarında giderek Güneş'e daha uzak kalmasından kaynaklanıyor. Arizona Üniversitesi'nden Darrell Kaufmann'a göre Kuzey Kutbu'nda yaz ayları sırasında Dünya, Güneş'e, 2 bin yıl öncesine göre 1 milyon kilometre daha uzakta kalıyor. Yaz aylarında kutupların Güneş'e uzaklığının yol açtığı soğuma eğiliminin 4 bin yıl daha sürmesi gerekirken devreye insan faaliyetlerinin yol açtığı küresel ısınma girdi ve bu doğal süreci yarıda keserek tersine çevirdi.
SERA GAZI ETKİSİ
Makalenin yazarlarından olan, ABD Atmosferik Araştırmalar Ulusal Merkezi'nden Bette Otto-Bliesner de açıklamasında, ''İnsan kaynaklı sera gazı etkisi olmasaydı, Kuzey Kutbu'ndaki yaz dönemi sıcaklıkları giderek daha düşük düzeylere inecekti'' diye konuştu.
Kuzey Kutbu'ndaki ortalama sıcaklık, eğer insan faaliyetlerinden etkilenmeseydi, bugün bulunduğundan 1.66 derece daha düşük olacaktı.
Dünyanın kliması olarak nitelenen kuzeydeki buz tabakasının kapsadığı alan daraldıkça, koyu renkli alanlar artıyor ve bu da dünyanın daha çok güneş ışınını soğurmasını, daha fazla ısınmasını beraberinde getiriyor. Bu ısınma, Grönland'daki karasal buzul tabakalarının da erimesine ve deniz düzeyinin yükselmesine yol açıyor.
Kuzey Kutbu'ndaki bu ısınma, bir başka tehlikeyi de beraberinde getiriyor. Yüzyıllardır donmuş toprak altında sıkışmış olan ve karbondiokside göre kat kat daha fazla sera, küresel ısınma etkisine sahip olan metan gazı, ısınarak gevşeyen topraktan, atmosfere yayılmaya başlıyor.
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki;Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye insanların kendi ellerinin kazandıkları şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı.(bozulma meydana geldi). (Rum /41)

2 Eylül 2009 Çarşamba

Yeter! Söz Allah'ındır


*Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.(Haşr /18)
*Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.(Tevbe /119)
*Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.(Tevbe /128)
*Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.(Maide /8)
*O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân'ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin halde sana dönecektir. (Mülk/3-4)
*Ey iman edenler! Eğer siz Allahın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır.(Saff/4)
*De ki, babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaretiniz, ve hoşlandığınız yurtlar sizin için Allah’tan, Rasulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise o halde Allahın emri gelinceye kadar bekleyiniz. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.(Tevbe/24)
*De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir. (Hucurat/16)
Muhakkak ki Allah doğru söyler...
Muhabbetle...

Her Gencin Bir Hedefi Olmalı


Her gencin bir hedefi olmalı..Mesela gönül eri olabilmek,can atan nefes alan her canda,her yürekte...
Bir kulak verelim gönül erlerinin özellikleri nelerdir? ya da hangi vasıflar kişiyi gönül eri yapar?..Kulak verelim inşallah;
*AŞK;Gönül erleri Allah'ı tam bir muhabbetle severler.Nitekim İmam Rabbani;Gerçek aşk,Allah'ı ve O'nun sevdiklerini sevmektir,buyurur.
*TAKVA;Gönül erlerinin hepsi takva sahibidir.Haramlardan,yasaklardan hasılı günahlardan kaçarlar.Şüpheli durumlardan da sakınırlar ki,buna vera denilir..Cenab-ı Hak bir ayet-i celilede;Allah,o takva sahiplerini sever,buyuruyor.(Al-i İmran Suresi /76)
*VERA;Gönül eri olabilmenin yegane yollarından biridir vera sahibi olmak;yani şüpheli şeylerden sakınmak..Künuz-ul Hakayık'ta geçen bir hadis-i şerifte;Dininizin direği vera sahibi olmaktır,buyrulmuştur..
*ZÜHD;Dünyalık ve dünyaya ait olan şeylerden uzak durmaya gayret etmek demek olan zühd,gönül erlerinin vasıflarından biridir.Haris el-Muhasibi;Zühd,insanın kalbini sıkıntılardan uzak tutar buyuruyor.
*İHLAS;Bütün işleri,ibadetleri Allah için yapmak demek olan ihlas,gönül erleri için çok mühimdir.En önemli vasıflarından biridir.Mektubattaki bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur;İbadetlerinizi Allah için yapınız! Allah,ihlas ile yapılan işleri kabul eder..
*MARİFET;Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilmek demektir..Gönül erlerinin vasıflarındandır.Süluk-ul Ulema'da geçen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur;İlimlerden öyleleri vardır ki,onları ancak marifetullaha sahip olanlar bilirler.Onlar,bu ilimlerden haber verdikleri zaman,marifetullaha sahip olmayanlardan başkası onları inkar etmez..
*İLİM;Bir şeyi hakkıyla bilmek,öğrenmek manasına geldiği gibi,cehlin zıddıdır..İlim çok mühimdir..İlimsiz bir gönül eri olabilmek mümkün değildir..Deylemi'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte;İlmi batın,Allah'ın sırlarından bir sırdır.O'nun hükümlerinden bir hükümdür.Dilediği kulunun kalbine verir,buyrulur...
Hasılı dostlar!
Yukarıda zikrettiğimiz vasıflardan başka çok vasıflar da vardır gönül erlerinin..İnsan gönlü fethetmek,mahlukata hizmet etmek,ana-babaya itaat etmek,kul hakkına riayet etmek,vatan ve bayrak sevgisi,infak ehli olmak vb...
Rabbim kendisine layık kul olabilmeyi,şu fani dünyada ecdadımız gibi bir gönül eri olabilmeyi nasip etsin inşallah...
Muhabbetle...

1 Eylül 2009 Salı

Acabasız İnanmak


Acabasız İnanmak...
Vakit namazlarını sürekli cemaatle, camide eda eden,Allah’a yürekten bağlı, çok duru gönüllü bir adam varmış…
Ama evi, nehrin öbür tarafında olduğu için her vakit namazında, salla nehri geçmek epey vaktini alıyormuş..
Bir gün, gittiği camide bir vaaz dinlemiş…
Hoca diyormuş ki;
Allah’a öyle inanıp öyle dayanacaksın, öyle güveneceksin ki her işin kolaylıkla hallolsun… Bismillah de gir suya! Yürü git…” diye de bir örnek vermiş…
Adamcağız bunu duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki…
-Oh! demiş. Kurtuldum artık saldan, vakit kayıplarından… Bismillah der geçerim karşıya…
Sevincinden içi içine sığmıyormuş…
Aynı zamanda da içinden Hocaya kızmaktaymış, neden şimdiye kadar söylemedi bunu diye…Dediği gibi de yapmış. Çıkmış camiiden, gelmiş nehrin kıyısına; “Bismillah” demiş ve yürümüş geçmiş...
Artık karısı da kendisi de çok mutluymuş bu yüzden.Bir gün hanımı demiş ki;
“Yarın o Hocayı al gel, yemeğe! Bak o kadar iyiliği dokundu bize..”
“Olur”, demiş adam…
Ertesi gün camiden çıkınca, Hocayla anlaşmışlar; eve gidecekler. Hoca; “Bir sal bulalım!” deyince adam şaşırmış ve;“Ne salı Hocam? Sen demedin mi Bismillah de yürü git! Ben o günden beri öyle yapıyorum. Hadi geçelim…”Hoca hayret içinde. Hatta dehşet… Neden sonra titrek yüreğiyle, melûl mahzun bakmış adama ve;
- Ah! demiş…
- Keşke benim imanım da, seninki gibi “acaba”sız olsaydı. Ben de Senin gibi yürür giderdim…”
-(İbrahim) dedi ki;Ben alemlerin Rabbi'ne teslim oldum.(Bakara Suresi/131) Rabbim hakiki manada kendisine kulluk eden ve teslim olan kullarından eylesin inşallah...amin...
*Yukarıdaki hikaye Asım Yıldırım Bey'e aittir...